8 Nisan 2017 Cumartesi

Şafak Sökerken

Tuttuğum takım bu akşam kendi sahasında -hem de uzatmada yediği golle- maçı kaybetti. 
Skor: 3-4.



On maçlık yenilmezlik serisi gitti.
Bugüne kadar hiç gol yemediğimiz stadımızda filelerimiz tam dört gol gördü.
İçimde en ufak ukde yok.

Böyle bir maçın üzerine zerre üzülmeyeceğimi söyleseler güler geçerdim.
Yok.
Üzülecek bir şey bulamıyorum.
Ya da... Bir şey var sanki. Evet, evet var!
Ligin geri kalanı için üzülüyorum!

Sahada spordan başka hiçbir şeyi düşünmeyen futbolcuların kora kor (ama tertemiz) mücadele ettiği...
Futbolun takım halinde ve daima ileri oynandığı...
Temponun bir an olsun düşmediği, ambiansın bir an olsun büyüsünden yitirmediği...
Gol olanlar kadar olmayan pozisyonların da damakta tat bıraktığı kaç "süper lig" maçı izlediniz bu sezon?

Evet, futbolcuların hakkını teslim etmek lazım önce.
Sonra her iki takımın taraftarlarına teşekkür etmek lazım.
Oyunun önüne geçmeden, oyunun önünü açan hakemlere de tebrikler.
Ama en çok da yönetimler...
Bu akşamki tüm bu güzellikler, herkesten çok iki güzel insanın eseri.

Hatırlayın beş sezon önceki tüyleri yolunmuş kuşu.
Çok değil, daha geçen sezon buğulaması bile tatsız olan hamsiyi.
Bugün birisi Kara Kartal. Diğeri Amansız Fırtına. 
Çünkü akıl ve ölçü sahibi yöneticiler var başlarında.

Yıldırım Demirören denilen cibiliyetsizin elinde ne kahır çekti şanlı Beşiktaş?
İbrahim Hacıosmanoğlu isimli bir akıl hastasının elinde kadavraya dönüşmedi mi efsane Trabzonspor?
Bu acı tablolara tribünde eşlik eden o cefakar taraftara soralım: Karanlığın en yoğun olduğu o saatler, hanginizin gönlünde en ufak bir umut kırıntısı vardı, şafağın her an sökebileceğine dair?

Şimdi o şafak sökerken geriye bakmalı.
Fikret Orman'ı hatırlamalı.
Menajerlerin oyuncağından vefa kapısına, borç batağından tasarruf harikasına nasıl dönüştürdü enkaz halindeki kulübü?
Muharrem Usta'ya bakmalı.
Barut fıçısına dönmüş bir camiada sabır ve itidali hakim kıldı. Bedava biletle maça girip tek işi çekirdek çitletmek ve bolca küfretmek olan bir güruhun yerini 35.000 coşkulu seyirci aldı. 
Kolbastı geri dönmedi belki ama horon oynuyor şimdi topçular.
Hem de doğruya doğru: "Dik" oynuyorlar!

Planı projesi olan, akıl ve sağduyu sahibi taktisyenlere emanet edildi her iki kulüp.
Dünya üçüncülüğü bile her ne hikmetse "tesadüf" olan Şenol Güneş'in ellerinde Oğuzhan gibi terk edilmeye yüz tutmuş nice değerler nasıl da pırıl pırıl parlamaya başladı.
Fenerbahçe'ye tarihinin en ateşli şampiyonluklarından birini yaşattığı sezon bir psikopat tarafından kapının önüne konan "hovarda" Ersun Yanal, nasıl oldu da sezonun ilk yarısı dip tarayan bir kulübü ikinci yarının en flaş ekibi haline getirebildi?
Akla ziyan kontratlarla, aracılara ödenen büyük ikramiye tadında rakamlarla Türkiye'ye getirilen ve plansız bütçesiz yapının ilk meyvesi rötarlı ödemeyi görür görmez kazan kaldıran "kaşar" futbolcular yerine nasıl Yusuf Yazıcı'lar, Okay Yokuşlu'lar yetişti?
Adı sanı duyulmamış, senelik maliyeti bir milyon doları bulmayan sporculara yönelmek, tribüne oynamak yerine hedefe oynamak kimin fikriydi?

Evet arkadaşlar, bu akşam yıllarca unutulmayacak bir maç oynandı.
Maçın hakkı beraberlikti demiyorum, çünkü iki takım da üçer puanı hak etti.
Ve bugün Türk futbolunun karanlık ufkunda şafak sökerken bu kardeşinizin kalın kafasına dank etti:
Takımımın aldığı mağlubiyete içimin hiç cız etmemesi gibi, kaybettiklerimize rağmen kazanmak neden mümkün olmasın?
Hani o karanlığın en yoğun olduğu vakitte, stadımızda hakem hapsettiği halde bir güç tarafından korunup kollanan şahıs...
Hani o bataklığın en derin olduğu vakitte, boğulmaya terk ettiği kulübe rağmen bir güç tarafından federasyon başkanı yapılan şahıs...
Bunlar nasıl gidip arkalarından güneş doğduysa, onları yücelten güç de yerini ışığa bırakır bir gün.
Akıl, sağduyu, kararlılık ve fedakarlık... Belki hiçbir şey için geç değildir, inanırsak bugün.

Umutla...