24 Kasım 2014 Pazartesi

Dandanakan Sendromu

Ekonomi okudu benim kardeşim. Hem de İngilizce, burslu, Sabancı Üniversitesi'nde.
Maşallah, kardeşim diye söylemiyorum, alim gibi kızdır Fati.

Geçenlerde bizi kan ter içinde bırakan bir garaj temizliği esnasında bizim "muallim hanımın" ders notlarını buldum, kirden renk değiştirmiş bir koli içinde. Çıkarıp gösterdim kendisine. Üzeri Mısır hiyeroglifleriyle bezeli bir parşömene bakıyor olsaydı ancak bu kadar kafası karışmış görünebilirdi kızcağız.

IS ve LM eğrileri sağa doğru "şift" eder...
Eder etmesine de vaktiyle sınavdan 95 almış olan kardeşim kağıda baktığı zaman bu "şift" etmenin ne olduğunu çözemiyor işte. Hatta IS ve LM'in ne olduğunu konusunda da bir fikri yok artık. Soruyorum, Granger Causality ne demek diye... "Ben bilmem, Quasi Currency Board bilir!" diye cevap veriyor.

Quasi ney?

Bu anlattığım, eğitim sistemimizin ufak bir jeneriğidir arkadaşlar. Toplumumuzun bugün içinde boğulduğu kaosun bir numaralı sorumlusuna kısa bir bakıştır. Asla amaca hizmet etmeyen, bir hedef veya odaktan yoksun, basmakalıp bireyler "yetiştiren", sorgulamayı Ezber Tanrısı'na kurban vermiş eğitim sistemimiz... Kendisine maruz bırakılan minik dimağlar gibi karmakarışık, her üç beş senede bir yönü değişen ideolojik rüzgarlarla bir o yana bir bu yana savrulmaktan tarumar olmuş eğitim sistemimiz... 

Komşunun çocuğuna Dandanakan Savaşı'nın tarihini sorduğunda 2.5 milisaniye içinde "24 Mayıs 1040!" cevabını alabilmek midir eğitim? Bilemiyorum. En son baktığımda Türk milli tedrisatının hedefleri arasında saatli maarif takvimi yetiştirmek yazmıyordu.

Yo, 1040'la küs değilim.
Selçuklu Devleti baş tacımız. Tuğrul ve Çağrı Beyler'e saygımız sonsuz. Fakat artık biraz kopsak mı diyorum Dandanakan'dan, Horasan'dan? Namibya'da hala neden Almanca konuşulduğunu araştırsak mesela... ABD'nin Afganistan'da ne işi vardı, onu bir öğrensek. Ruanda'daki iç savaşın sebeplerini değerlendirsek. Aztek Medeniyeti'ni, Maya Uygarlığı'nı kimler ne için yok etti, biri gösterse. Görsek.

Maalesef.
Bakar-kör yetişiyoruz.
Bir kukla oyunu bizim eğitim sistemimiz; perde arkasını merak bile etmiyoruz. Dandanakan'dan girip Granger'dan çıkıyoruz ama pek azımız diplomaya bir kağıt parçasından öte anlamlar yükleyebiliyor.

Ezberliyoruz.
Hala ezberliyoruz.
Çünkü bakkalların bile internetten sipariş topladığı şu bilgi çağında bütün detaylar bir imlecin ucundayken bile ezber dayatılıyor bize. Hatta ana okulundan yüksek lisansa kadar tüm kurumlara bulaşan İngilizce virüsü yüzünden bir de yabancı dilde ezberlemek zorunda bırakılıyoruz ki "öğrendiklerimizin" hiçbir boka yaramayacağı kesinleşmiş olsun.

Rastgele Erişimli Hafıza (alışık olduğumuz adıyla RAM) ile Sabit Sürücü (Anadolu lehçesinde hard tiks :p) arasındaki farka benziyor bu durum. Aslolan veriyi sabit sürücüye kaydetmek iken bizdeki ezber sistemi RAM'e yazıp duruyor bilgileri. 

Ah o kahrolası bilişim kanunları yok mu! RAM dediğimiz hafıza uçucu olduğundan bilgisayarı kapatıp açtığımızda bir de bakıyoruz ki bütün bilgiler puf! Tıpkı yıllar sonra bir kağıt parçasına bakıp "lan ben niye hiçbir şey hatırlamıyorum?" demek gibi; ne şift eden eğriler kalmış, ne Gazneliler.

Öyle ya...
Kalıcı depolama, gencecik beyinleri saçma salak detaylarla uyuşturarak sağlanamaz ki. Büyük resmi muhakeme yeteneği örselenmiş bireylerle sağlıklı bir toplum oluşturulabilir mi? 
Çevrelerinde yalpalayıp duran bu sarhoş dünyada gerçekten nelerin olup bittiğini bilmeli çocuklar. Neler olduğunu (ve neden olduğunu) öğrenmeliler ki ileride olabilecekleri hesaplasınlar. Akıl çarkları işlemeli ki ışıldasınlar.

Oysa biz köhnemişiz arkadaşlar, dökülüyoruz. 
Karanlık bir sona doğru yürüyoruz.
Ufka bir ışık tutsak göreceğiz; yıkımın eşiğindeyiz.
Son sac ayağımız şu an yetişmekte olan nesil.
Ve onları yetiştirecek olan bizleriz.

Bu yüzden arkadaşlar, bu neslin üzerine titreyin.
Bu neslin sabit sürücülerine doğru bilgiyi dokuyacak öğretmenlerin kıymetini bilin.
Kol kanat gerin onlara, yanlarında durun.
Onların destekçisi, gerekirse hizmetçisi olun.

Yoksa milli hafızamızla bizler yok olup gideceğiz, günden güne ufalana eriye.
Ve Merv ile Serah arasındaki bir çorak ovanın kuru kavruk otları kalacak geriye...

(şiir gibi bitirmesem çatlarım, evet ;))