26 Ocak 2017 Perşembe

Bizim Şirketle Müreffeh Yarınlara...

Şimdi abi, biz bildiğin aile şirketiyiz. Öyle kurumsal yapılar, powerpoint bütçeler, pinpoint planlamalar falan bize göre değil. Yarın ne olacağımız belli mi arkadaş?
Ama bizim de kendimizce bir yoğurt yiyişimiz var tabi. Hepten saldım çayıra mevlam kayıra hesabı değil yani...Güzel bir satış kadromuz, depo sevkiyat sorumlularımız, insan kaynakları departmanımız bile var. Sonra birbirinden kıymetli uzmanlara sahibiz. Şu son 10 küsur senedir şirketin mali işlerinden sorumlu Sadettin abimiz mesela... Zaten bu abimizden bahsedicem ben asıl,. Neden? Çünkü bizim firma demek, Sadettin Abi demek.

Sadettin Abi bikere çok çalışkan. Gecesini gündüzüne katar, yapılması gereken neyse o işi yetiştirir. Gerçi yetişen o işin baştaki tahmini maliyeti genellikle üçe beşe katlanır, bu da çoğu zaman şirkete zarar yazar ama olsun, işi bitiriyor mu ben ona bakarım.

Küçük bir kötü huyu var Sadettin Abi'nin: Eleştiriye pek gelemez. Hemen agresifleşir. En yakın dostları dahil, süreç içinde tersine giden birçok personelin ayağını kaydırmışlığı vardır. Gel zaman git zaman bu durum Sadettin Abi'de bir çeşit paranoyaya yol açmış, artık kendi idaresindeki 3-5 personeli de hep en vasıfsız, en kimliksiz tiplerden seçer olmuştur. Üç kişi gelir mesela mülakata, ikisinin kariyer planları vardır, Sadettin Abi eler bunları hemen. Yegane hedefi "hayatını idame ettirmek" olan o üçüncü adayı alır yanına.

Bir de tabi unutkanlığı var ama o kadar kusur kadı kızında da olur. Bir gün ak dediğine aynı günün ilerleyen saatlerinde kara diyebilir, daha önce ak dediğini de şiddetle reddedebilir. Dedim ya unutkan, malum, yaşlandı adam. Yoksa yukarıda Allah var, ben bugüne kadar bir tane yalanına rastlamadım. Hatta bir keresinde bu abimizin bazı tedarikçilerden komisyon aldığını iddia etmişlerdi. Finans bölümünden birkaç arkadaş telefon görüşmesinde ses kaydını bile almışlar, getirip koydular önüme. Bunca yılın hukuku var, yargısız infaz yapmak yakışık almaz diye düşünüp çağırdım Sadettin Abi'yi, dinlettim kayıtları bir bir. Dedim açıkla. Montajmış, finanstaki yeni yetmelerin Sadettin Abi'nin yerinde gözü varmış, zaten daha iki gün önce ön muhasebedeki gencecik kızı mutfakta sıkıştırıp üzerine tükürmüşler, temizlikçi Ayfer Abla var, kadıncağız camları silerken sinsice yanına yaklaşıp sesli osurmuşlar, ürkmüş kadın, az kaldı 3. kattan aşağı düşüyormuş! Kamera kayıtları varmış ama kaybolmuş... Daha neleri varmış, günü gelince iplikleri bir bir pazara çıkacakmış. Dedim Sadettin Abi dur, midem kaldırmıyor dahasını. 

Finansçı itlere derhal yol verdim! Gerçi evet, tedarik fiyatları konusunda bazı şaibeli durumlar yok değildi ama hep rakiplerin oyunu bunlar. Şerefsizler imalatçıyı ayartıp duruyorlar: O şirkete satma bize sat, onlar çek yazar ödemez, onlara yüksek fiyat çek... Biz bilmiyoruz sanki! Sadettin Abi de aynı gerçeğin altını çizince teşekkür edip maaşına zam yaptım. Koskoca adam, hem dininde imanında, üç kuruşluk adamlar yüzünden hırsızlığa, iftiraya başvuracak değil ya. Adam e-mail'in gönder tuşuna bile "Ya Allah, bismillah!" diye basıyor yahu!

Ha, bakın e-mail demişken, aslında bir küçük zaafı daha var. Yeniliği, modern sistemleri falan pek benimsemiyor Sadettin Bey. Hani demeye dilim de varmıyor ama, biraz tutucu bir yapısı var. Hadi tutucu demeyelim, inatçı diyelim. Hatta inatçı dersek de bir yerden duyar, alınır, kararlı diyelim biz buna. Evet, kararlı. Mesela ilk işe girdiği yıllarda bizim bilgisayarcı Erdi'ye çok olumsuz tavır takınmıştı. Erdi ön muhasebeyi bilgisayarda tutmamız gerektiğini söyledikçe Sadettin Abi kara kalem düzeninde ısrar ediyordu. Rakiplerimiz faturalarını bile artık yazıcılardan dökmeye başlarken bizim şirkette tüm mali kayıtlar elden takip ediliyordu. 2000 yılında artık dayanamayıp "Sadettin Abi, yeni milenyum hatrına artık bıraksak şu kasa defterini, bak mis gibi Eta var, Logo var" dediğimde köpürdü. "Hadi buyur derhal şimdi geç bakalım, bir gün içinde eski yıllara dair bütün muhasebe kayıtlarımızı okunmaz hale getir!" diye çıkıştı. Göze alamadım.

Neyse efendim, gel zaman git zaman işler büyüdü. Maliyetine bakmadan satış yapıyoruz. Sürümden kazanıyoruz. Rakipler şaşkın. Biz depo üstüne depo kiralıyoruz. Araç filosu genişliyor. Bu ara Sadettin Abi yanıma gelip dedi ki bu insan kaynakları antin kuntin adamları sırf diplomaları var diye şirkete doluşturup duruyor. Bu gelenlerin de yok amortisman, yok marjinal fayda, akademik safsatadan başka bir şey ürettikleri yok. Zaten çok maaş istiyor ve istikrarlı da çalışmıyorlar. Bize "hayat okulundan" mezun arkadaşlar gerek. 

Aklıma yattı. Ne varsa çekirdekten yetişmiş elemanlarda var. Alaylının gücüne inanmak lazım. Dedim Sadettin Abi top sende. Haftasına kalmadı bir sürü adam doluştu şirkete. Sanki aynı torna tezgahından çıkmış gibi, böyle boy boy ama tek tip... Nereden buldu buluşturdu bilemiyorum, ama Allah sizi inandırsın, her biri en az bir Sadettin Abi kadar acar arkadaşlar. Şirket ihya oldu yahu!




Gel gelelim bir süre sonra bu yeni arkadaşlar suratları asık gezer oldular. Bir imalatçı bulup anlaşma yapıyorlar, Sadettin Abi siz o işi bana bırakın deyip ellerinden alıyor. Şirketin yıllık sıvı sabun ihtiyacını toptan halledelim diye maliyet çıkarıp bana geliyorlar, tam imzayı atmaya hazırlanırken Sadettin Abi "sıvı sabunlar kanserojen risk taşıyor, globalleşen dünyada..." diye araya girip kağıtları alıyor elimden. Geçen sene üç parti halinde yaklaşık yarım ton Arap sabunu almış olmamız bu yüzden.

Tabi gel zaman git zaman, gerilim tırmandı. Bu yeni çalışanlar gemi azıya aldı. O dönem Sadettin Abi'nin işe aldığı, benim şahit olduğum tek fonksiyonu "he" demek olan bir yancısı vardı, adı Mazhar. İsyancı arkadaşlar bu ikisine "Sado-Mazo" diye lakap takmışlar, Sadettin'in kulağına gitmiş. Hiç hoş şeyler değil. Sonunda bana bir toplantı talebi geldi ve açık açık dendi ki biz bu Sadettin'den hiç hoşnut değiliz, ya kendine çeki düzen versin ya da biz vermesini biliriz! Valla aynen böyle dediler! Sen misin diyen... Sadettin Abi bir esti gürledi ki böyle öfkeyi Allah düşmanımın başına sarmasın! 

Sakinleşince neler neler anlattı bana. Meğer güvenip bu hergelelerin eline şirketin banka hesap şifrelerini bile vermiş. Herifler şirketin onca parasını kendi hesaplarına kaydırmışlar. Bir de yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali kendilerine iş veren, aş veren şirkete baş kaldırıyorlar! Hepsini ihbar ettim, aylarca mahkeme kapılarına koşturdum, ama hamdolsun köklerini kazıdım. Ha, giden para geri geldi mi? Hayır. Ama bu hainliği yapanların mapushane köşelerinde çürüyeceklerini bilmek de güzel. Sadettin Abi mi? N'apsın, o da mağdur. Adamın iyi niyetinden istifade edip ne dolaplar çevirmişler. Kandırmışlar garibi. Benim başıma gelmez deme.

Böyle kahır bela çeke çeke kemale erdi, erken ihtiyarladı adamcağız. Hatta geçen, insan kaynaklarından öneri de geldi, yaş haddinden emekli edelim diye... Düşündüm. Yahu dedim, hadi gönderdik, yerine kimi koyacağız? Şu ahı gitmiş vahı kalmış muhasebeci Mümtaz Bey'i mi? Adamın kendine hayrı yok! Sadettin'den şaşma. 

Zaten Sadettin'in de bir yere gitmeye niyeti yok. Hatta daha fazla yetki peşinde. Bu konudaki talebini bana iletmeden önce, şirketin yönetim kademesinde kim var kim yok, apar topar toplantıya çağırmış. Çıkmış masanın üzerine, "Eyy falanca! Be hey filanca!" diye uçan kuşa bile atar yapa yapa insanları sersemletmiş, sonunda da gayri resmi bir oylama düzenleyip toplantıyı bitirmiş. Yetki talebi oy birliğiyle onanmış. Artık orada ne anlattıysa, ne vaat ettiyse kulaktan kulağa tüm şirkete yayılmış, "Şu Sadettin şurdan bi sktirsin gitsin!" diye her fırsatta söylenip duran güvenlikçi Şahap bile "Şirketi ilk fırsatta Sadettin Abimiz'in üzerine yapalım" diye sayıklar olmuş. 

Bir iki çatlak ses yok değil, olacak zaten o kadar. Mesela Sadettin'in bizzat kefil olup şirkete aldığı, bir dönem pamuklara sardığı birkaç satış yöneticisi bu yetki arayışına karşı çıkınca çok bozulmuş bizimki. Oylama esnasında bu satışçıların Sadettin Bey'in emriyle eksi birdeki depoya kitlendiği yönünde bir dedikodu dolaşıyor ama adı üstünde dedikodu. Sadettin Abi'nin yapacağı iş değil. Say ki yaptı, muhakkak bir bildiği vardır. Öyle olduğuna inanmasam şirketin sahibi gibi davranmasına izin verir miyim? 

Sadettin Abi de tam olarak bu minvaldeki talebini yanına alıp vardı sonunda huzuruma. Dedi ki patron, hüküm senin şirket senin, ben naçizane bir emir kuluyum. Lakin yeri geliyor, şirketin ağdalı prosedürleri yüzünden karar almakta zorlanıyorum. Yeri geliyor aldığım kararları uygulamakta güçlük çekiyorum. İyisi mi atlayıp gidelim en yakın notere, sen bana imza yetkisi ver. Hatta senin nene gerek, tek imza yetkilisi ben olayım. Şu şirketin bekası için bu ateşten gömleğe tek başıma talip olayım. Allah yar ve yardımcım olsun.

Şaştım kaldım valla. Analar ne evlatlar doğuruyor. Bu ne mangal yürek. 
Tereddüt yaşamadım değil ama... Hayli başarılı yönetim performansımız ortada iken sırf küresel ekonominin oyunları yüzünden bütün araç filosunu satmak zorunda kalışımız (zaten akaryakıt masrafları almış başını gidiyordu, iyi oldu)... Edirnekapı'daki şubeyi boşaltıp önce kiraya, sonra satışa çıkarıp gelen parayla banka kredilerinin yüzde üçlük bölümünü kapatmış olmamız (Edirnekapı nezih bir semt olmadığı için şubeyi kapatmak iyi bile oldu)... En son server odasındaki klimayı ve mutfaktaki buzdolabını spotçuya verip gecikmiş maaşlardan bir ikisini ödeyebilmemiz (iyi fiyata sattık ama, Sadettin Abi sağ olsun spotçuyu canından bezdirdi)... 5000 metrekarelik depomuzu (çok şükür içinde mal kalmadığından boştu) su basması, harap hale gelmiş binayı sonunda çok şükür Sadettin Bey'in bir tanıdığına devredebilmemiz... Bu ve benzerlerini alt alta koyunca dedim ki neden olmasın, zaten elde avuçta satacak bir değer kalmadı. Kaybedecek hiçbir şey yok ama kazanacak çok şey var.

Yetinmedi Sadettin Abi. Bu yük bana ağır demedi. Elini iyice koydu taşın altına. Hani yapmaz ya, eğer bir hata yaparsa kimsenin ondan hesap sormayacağına dair bir anlaşma imzalayalım istedi. Düşünürsen haklı; ömrü baskı altında geçmiş adamın. Devamlı bir teyakkuz hali, sürekli bir performans kaygısı... Tepesinde Sofokles'in kılıcı... Stresin bir sonu olması lazım. Makul geldi.

En son dedi ki, ben bir yönetim kurulu oluşturayım. Üyelerine de sen zahmet etme, ben karar vereyim. Beni bu kurul denetlesin. Hatta sen toplantılara bile katılma. Ben arada bir sana şu kadar para kazandık, bu kadarını yedik, şöyle serpildik, böyle semirdik gibi performans raporları veririm. Okursun. 

İmza sirküleri, çek koçanı, kasa anahtarı falan derken baktım bir hayli mantıklı talepleri var. Hem şu an şirketin yaşadığı bu suni darlık da böylelikle bertaraf olacak diye taahhüt üstüne taahhüt veriyor. Dedim neden olmasın. Ben daha iyisini mi yapacağım? Ya da daha iyi yapanı mı bulacağım? Onca insan arasında, şu şirkete Sadettin Bey dışında bir çivi çakmış olanı mı var Allah aşkına! Bir de akılları sıra bana fit veriyorlar. Tabi adamcağız az buçuk imtiyaz sahibi olacak ya, kendi sahip oldukları ayrıcalıklar tehlikeye girecek ya... Bende kuru gürültüye pabuç bırakacak göz var mı? İnadına Sadettin!

Getir ulan dedim anlaşmayı! Aslanlar gibi imzaladım. Muhteşem bir atılım hamlesi oldu. Ama ileriye değil, dışarıya doğru bir atılım. İki ayı bulmadı, icra memurları kapıya dayanıp dışarı attı bizi. Çok afedersiniz, kıçımdaki mor puantiyeli favori donuma kadar her şeyi aldılar. Kayyum atandı, bina yabancı bir firmaya devroldu derken bari kapıda bekçilik yapayım dedim, bizim eski güvenlikçi Şahap'la varıp başvurduk, "şurdan bi sktirip gitseniz" diye kapıyı gösterdiler.

Sadettin Abi yurtdışına kaçtı. Yazın İsviçre Bern'de, kışın Fransa Nice'de yaşıyormuş, bir eli yağda bir eli balda diyorlar. O kadar parayı nereden buldu bilemiyorum ama ta en başında demiştim çalışkan adam diye. Allah yolunu açık etsin. Şimdilik benden bu kadar. Evet.