21 Temmuz 2015 Salı

Melekler Şehri


“Bir insanı tanımak için ya alışveriş etmeli ya da yola gitmeli” demiş atalarımız. Henüz ata sözüne tashih yapmak için çok gencim, fakat sanırım bu düşünceyi “bir şehri tanımak için trafiğine çıkmalı” şeklinde cover’lasam ak sakallı dedeler kovalamaz beni…

İstanbul bu akşam bir kördüğüm. Bir şehrin insanları iki damla yağmur karşısında bu kadar mı çaresiz kalır? Kalıyor işte. Önümdeki araçların yanan stop lambaları ufka doğru uzanıyor ve bu kızıl nehir beni rehin alıyor. Evden vakitlice çıkmış olmama rağmen randevuma zamanında yetişmem imkânsız. Altı üstü iki yağmur damlası…


Umutsuzluğum öfkeye doğru sinyal verirken ben de sağ şeride geçmeye çalışıyorum. Fakat yandaki Rover’ın tesettürlü sürücüsü Çanakkale Geçilmez’i oynuyor. Şu an onun için en hayati mesele o şeridi ve jipinin önündeki yarım metrelik boş alanı müdafaa etmek. Bu uğurda agresif jest ve mimiklere başvurmaktan kaçınmıyor. Ah be yenge, 24 inç jantın üzerinde popon benden daha yüksekte diye mi bu özgüven? El kol hareketi derken biri levyeyi kapıp inse şu trafikte kaçacak yerin mi var?

Randevu iptal. Tek istediğim kendimi ilk sapaktan dışarı atmak, fakat gel gör ki emniyet şeridi bile kilit. Kendime soruyorum, “Türkiye’nin bütün süzme ayıları nasıl olmuş da aynı şehre doluşmuş?”. Cevabı kendim veriyorum, “taşı toprağı altın” diye lansman yapıp durursan olacağı budur işte! Es kaza bir ambulans girse şu hengâmeye, taşıdığı hastadan önce aracın şoförü komaya girecek. Bense yoğun bakımlık olmadan kaçmayı başarıyorum otoparka dönüşmüş bu otobandan… Yağmur şiddetini arttırıyor bir yandan, ama eve dönüş güzergâhımdaki ara sokaklar daha tenha en azından.

Dört yol ağzında durup sağdan gelen taksiye yol veriyorum. Artık acelem yok ya, insanlık için vakit ayırabilirim. Fakat taksici kavşakta öylece bekleyip gözümün bebeğine bakmakla yetiniyor. Yahu geçsene! Yok, yerinden kıpırdamıyor. E canın nasıl isterse deyip gaz pedalına dokunmamla taksici şaha kalkıyor! Az daha ön tamponlarımız öpüşecek, otomobillerimiz fırtınalı bir ilişkiye yelken açacaklar. Son anda fren yapıyorum, taksici geçip gidiyor, giderken de adettendir deyip kornasına abanıyor.

Yüz metre ilerliyorum, daracık sokakta drift yapan Doğan görünümlü Şahin (insan görünümlü camış da diyebiliriz) yoldan sıçrattığı suyla kaldırımdaki yaşlı kadına ferah bir duş aldırıyor. Hanım teyzenin elindeki şemsiye de fayda etmiyor; tepeden tırnağa sırılsıklam. Yakınına yanaşıp camı açıyorum, “Teyzecim iyi misin? Seni evine bırakmamı ister misin?”. Aldığım cevap “Defol git hayvan!” oluyor. Yok arkadaş, iyiliğin kırıntısı bile kalmamış kimsenin içinde. Resmen malaklar şehri.

Eve çok yaklaşmışken sağa park etmiş ve kaputu açmış bir araba çarpıyor gözüme. Yolda kalana yardım etmek sevaptır deyip park ediyorum yanına. Aküm bitti diyor adam. En naif tebessümümle yardım elimi uzatıyorum. Birkaç dakika içinde bir aktarma kablosunun uçlarıyla iki aracın aküleri arasında elektroşok hattı kuruyoruz. Fakat işe yaramıyor, motorda hala tık yok.

Yoldan geçen üç delikanlı “abi isterseniz itelim, vurduralım arabayı” diye yardım teklif ediyorlar. “Vurdurma yöntemi dizel araçlarda uygulanmaz” diyerek paylıyorum gençleri. Bilip bilmeden burunlarını sokmasınlar her işe… Derken yandaki apartmandan bir adam, üstünde pijamaları ve elinde bir çaydanlık dolusu kaynar suyla koşturup geliyor. “Kutup başları oksitlenmiş olabilir, temizleyelim” diye atılıyor. Yahu dur be kardeşim, haşlayacaksın aküyü! Hem ne karışıyorsun ki sen? Durum benim kontrolümde. Git sen evine çay demle!

Ben çaydanlıklı süper kahramanı savuşturmaya çabalarken son model bir spor otomobil bize doğru yaklaşıp duruyor. Arabadan iki genç kadın iniyor ve motorun başına gelip bozuk aküye bakıyorlar. Bir bu süslüler eksikti! Sarı perma saçlı olanı “Ama yanlış bağlamışsınız ki bunu? Kırmızı olan artıya, siyah olan eksiye gelecek.” diyerek takviye kablosunun bağlantılarını elden geçiriyor. Yaa, ama o benim iyiliğimdi! Top atsan uyanmaz sandığım o miskin araba bu defa marşa basar basmaz aşka geliyor! “Allah razı olsun!” diye sayıklamaya başlıyor arabanın sahibi. Tabii, onlardan razı olsun değil mi? Benden olmasın!

O sinirle biniyorum arabaya, geri vitese takıp yola çıkacağım fakat o nankör adam tam arkamda dikiliyor. Bir teşekkürü bile esirgediği yetmezmiş gibi bir de yola çıkmama mani oluyor! Yahu çekilsene be! Kapıyı açıp hışımla indiğimde görüyorum ki meğer adam benim yola rahat çıkabilmem için trafiği kesmeye çalışıyormuş. Sanki ben ondan yardım istedim! Şoför koltuğuma geri oturuyorum ve adam sokakta araç akışını durdurduğu anda geri geri çıkıp telaşla uzaklaşıyorum. Adamın bana selam vermek için kaldırdığı eli havada kalıyor.

Bu şehir şovmen olmuş. Utanmasalar kol kola Taksim Meydanı’na yürüyüp Hayat Sevince Güzel’i söyleyecekler, toplu koreografi yapacaklar, bir Ayşecik’leri eksik! Hepsi maske, sahte hepsi! Bir samimiyetsiz gülüşler, bir pofuduk tavşan tavırlar, birşeyler… Siz de bakıp durmayın Allah aşkına! Okuyacak başka şeyiniz yok mu sizin? Zaten kafam bozuk… Nedir yani!