30 Haziran 2015 Salı

Diğerlerine Hükmedecek Tek Bir Oyun

Yazarın kendisinin bile mekaniklerine tam hâkim olamadığı bir oyunu anlatması, çözemediği ve büyük ihtimalle asla çözemeyeceği bir konuda açıklayıcı bir yazı üretmeye çabalaması takdir edersiniz ki zor bir durum… Ben yine de elimden geleni yapıp, birçok boyutu karanlıkta benden saklı olan bir dünyayı sizler için aydınlatmaya çalışacağım.

Sadece level-37 bir maceracıyım bu oyunda, çözebildiğim gizler ise hayli sınırlı. Bu yüzden anlatımımı yaparken bu oyunu benden iyi bildiğine inandığım çok daha deneyimli oyuncuların görüşlerinden sık sık alıntı yapacağım, ve oyundaki milyonlarca server arasında en fazla zamanı geçirdiğim sunucu olan İstanbul’daki deneyimlerimi aktaracağım sizlere. Oyunun ilk safhası için bir tam çözümle başlıyorum inceleme yazıma…

bir-garip-oyun-1  
  Oyunun başlangıç safhası ile ilgili Da Vinci'nin yazmış olduğu bir tutorial sayfası.
Kurulması yaklaşık 9 aylık meşakkatli bir süreç gerektiren oyunumuz usta işi bir sinematik ile açılıyor. Sadece bekliyor, karanlığın içindeki kalp atışlarını dinliyorsunuz. Buraya nasıl geldiğinizi hatırlamıyorsunuz ama kendinizi garip bir şekilde güvende hissediyorsunuz. Bu anların tadını çıkarmaya çalışın çünkü büyük ihtimalle huzur-metreniz ve aidiyet barınız bir daha hiçbir zaman şimdiki gibi yemyeşil dolu olmayacak.
Sonra bir anda kendinizi ışıkta bulacak ve tepetaklak bir dünyayla karşılaşacaksınız! Müsterih olun, birkaç saniye içinde ekrandaki görüntü düzelecek. Poponuzdaki şaplaklar sakın sizi korkutmasın; bunlar sizin iyiliğiniz için…

Kontrol size geçer geçmez avazınız çıktığı kadar bağırın, böylece ciğerlerinize oksijen hücum edecek. Bu biraz canınızı yakarsa ağlamaktan çekinmeyin; ilk 20 level bitmeden kimse yadırgamaya başlamıyor gözyaşlarınızı…

Karanlıktaki kalp atışlarının sahibiyle tanışacaksınız; ismi Anne. Daha önce hiçbir oyunda böyle bir muhafızınız olmadı, hiçbir yapım böyle bir oyun-içi rehber sunmadı size. Ben uzak durun desem bile kokusuna karşı koyamayacaksınız. Zaten şu an will, fortitude gibi özellikleriniz sıfır olduğu için, bağlanmaya karşı sonsuza dek zar atsanız dahi saving throw tutmayacak. O yüzden fazla diretmeden teslim olmanızda fayda var.


bir-garip-oyun-2
Oyunun ilk bölümleri size şaşkınlıktan küçük dilinizi yutturacak sürprizlerle dolu!


İlk besin kaynağınıza merhaba deyin. Bu lezzetli sıvıya süt adı veriliyor. Süt stokunuz yüzde 20’nin altına düştüğünde ağlamanız yeterli; Anne hemen yetişip gereken ikmali yapacaktır. Aşka gelip fazla süt depolamanız ise küçük bünyenizde gaz sıkışması yaratacaktır, bu yüzden emerken coşmanızı tavsiye etmiyorum. Özellikle geceleri gaz sancısı çektiğinizde hafif bir masaj terapisine ve “pışpışlama” isimli tedaviye ihtiyaç duyacaksınız. Dil yeteneği 2. level’da açılacağı için henüz “MEDIIIIC!” diye bağıramıyorsunuz, neyse ki ıkınıp yanaklarınızı şişirmeniz yeterli oluyor.

Buradaki püf noktası, Anne pışpışladığında hemen mayışmamak... Israrla ağlarsanız horul horul uyuyan ikinci titanı da uyandırmayı başarabilirsiniz. Onun adı Baba ve ileriki seviyelerde açılacak özelliklerle banka vazifesi de göreceği için kendisiyle şimdiden güçlü bir bağ kurmanızda fayda var. Yalnızca ve yalnızca o pışpışladığında susarsanız bu bağın ilk düğümlerini atmış olursunuz…


bir-garip-oyun-3
   Size karşılıksız perk sağlayan tek lonca: Aileniz.

İşte böyle başlıyor oyun. Öğrenme süreci ilk adımınızdan yolun sonuna dek hiç bitmiyor, ama tutorial modunda geçen ilk 15 aşamadaki yoğun yükleme altın değerinde… Genlerinizden gelen yapısal özellikleriniz ve tüm karakteriniz işte bu 15 level’da öğrendiklerinizle yoğruluyor, oyunun size sundukları arasından yaptığınız seçimlerle biçimleniyor. Kullanıcı adınızı kendiniz seçemiyorsunuz, size verileni kabullenmek durumundasınız, ama ilk 15 level’da öğrendiklerinizle kendinize bir parola oluşturabilir ve dilerseniz bir de takma isim belirleyebilirsiniz. Tutorial bölümünde ince noktaları iyi takip edip temelleri sağlam oturtmadan “ben oldum” diyerek lütfen balıklama atlamayın ana oyuna… Çünkü usta oyuncu Dostoyevski’nin de işaret ettiği üzere, oyunun ikinci yarısı, ilk yarısında kazandığınız alışkanlıkların sürdürülmesinden ibarettir.

Amnezi, körlük, esaret… Birçok oyuna güçsüz ve donanımsız başladınız bugüne kadar. Ama hiçbir serüvende bu oyundaki kadar güçlenip yine bir o kadar aciz kalmadınız. Okumadık kullanım kılavuzu, ezberlemedik oyun rehberi, girmedik forum, denemedik mod bırakmayın.

Oyunun bütün derinliklerine nüfuz edin, tüm boyutlarına vakıf olun. Yine de yeterli olmayacak; oyun yine bir yolunu bulup arkanızdan dolanacak ve iki puan kapmayı başaracak. Tüm gizleri çözüp %100 bitirmek içinse oyunun sizi tam anlamıyla yenmesi gerekecek. Bu acı ironiyi en yetenekli oyunculardan Camillo Sbarbaro şöyle ifade eder: Bir tramvay gibidir bu oyun; tam yer bulmuş, oturacakken bir de bakarsınız son durağa gelmişsiniz.


bir-garip-oyun-4
   Oyundaki en büyük arayış bu işte!

Bu hiç de adil bir oyun sayılmaz ama en azından hikâyesinin hakkını vermek lazım; ilginç sürprizlerle dolu gerçekten. Ana senaryonun maddesel yapısı zaten gözlerinizin önünde büyük ölçüde şekillenmiş durumda, fakat mistik boyutu üzerinde bir hayli kafa yormanız gerekecek. Oyunun manevi derinliklerinde kaybolanlar çok olduğu için Yapımcı tarafından belirli dönemlerde uyarıcı, yol gösterici GM’ler atanmış. Fakat ne yazık ki bunların tümü çoktan emekli olmuş durumda ve dünyada büyük ölçüde kaos hâkim. Yine de son dönemde yayınlanmış 4 büyük DLC’den birini indirip kurabilir, bu içerikle oyun deneyiminizin daha bir anlam kazanmasını sağlayabilirsiniz. 

Ortalıkta orijinal gibi görünen, ama aslında korsan ürünü birçok DLC de dolaşıyor ve bunlara karşı gözünüzü dört açmanız gerekiyor. İndireceğiniz içeriğin Publisher kısmını iyi inceleyin, burada “Şeyh”, “Derviş” veya “Tarikat” gibi kelimeler geçiyorsa sakın kurmayın, sisteminize virüs bulaşacaktır.  

Oyun, kullanıcı geri bildirimine büyük önem veriyor. Bunun için oldukça başarılı bir “Direct Upload Arayüzü" (kısaca DUA diyelim) tasarlanmış.  Eğer dilerseniz, oyuna dair yaşadığınız aksaklıkları, uğradığınız haksızlıkları, dilek ve şikâyetlerinizi Yapımcı’ya doğrudan DUA yoluyla ulaştırabilirsiniz.

Özellikle tutorial bölümünün sonunda peydahlanan, karakter tasarımıyla ilgili berbat bug’a karşı sizi uyarmama izin verin: Adına “EGO” veya "NEFİS" deniyor ve arka planda hissettirmeden çalışıp en beklemediğiniz anlarda belirip sizi içinden çıkılmaz durumlara sürükleyebiliyor. Oyun tamamen çakılmıyor belki ama dünya başınıza çökebiliyor. Bu bug’a önlem amaçlı olarak içtenlik, cömertlik, alçak gönüllülük gibi yamaları ne kadar erken kurarsanız o kadar faydalı olur.  Karakterinizi tasarlarken bilgi skorunu yüksek tutmanız da EGO bug’ına karşı doğal bir direnç sağlayacaktır. 

bir-garip-oyun-5
   Kurt oyuncu Einstein'dan bilgi ve EGO arasındaki denge üzerine...

Temeldeki bu bug haricinde yapım teknik açıdan kusursuz diyebiliriz. Zamanın ötesinde bir grafik motoru kullanılmış oyunda. Salacak’tan doğurduğunuz güneşi Ortaköy kıyılarından bir batırın bakalım, gökyüzündeki dinamik ışıklandırma gibisini başka bir oyunda gördünüz mü hiç? Bir Japon balığının kaplama dokularına, bir kelebek kanadında kullanılan renk paletine yakından bakın… Büyülenmemek mümkün mü?

Oyundaki sesler de olağanüstü, eğer dinlemeyi bilirseniz. Sadece gözlerini kapayıp bu seslerle kendinden geçmiştir nice oyuncu. Sabahın sükûnetinde martı sesleri, bir dedenin sakalını sıvazlaması, kumpircinin yürüyüş çizginize plonjon yaparken “BÜOYROUN!” diye çemkirmesi… Hem birbirinden ayrılan, hem de birbirini bütünleyen seslerin muhteşem senfonisi.

Etkileşimin boyutları öyle geniş, araçları ise öyle gelişmiş ki yanlarında Kinect ve Move zevksiz birer şaka gibi kalıyor. Tatlı tatlı yağan karı ne sıvı kristal bir ekrandan seyretmek zorundasınız, ne de pencere camının ardından… O pencereyi açıp kış havasını solumak, düşen kar tanelerine dokunmak için aletlere değil duyularınıza ihtiyacınız var sadece. Hangi hareket algılayıcı, hangi optik okuyucu verebildi bugüne kadar bu hissi size? Botları ve bereyi kuşanıp yollara vurun haydi; o efsunlanmış gibi süzüp durduğunuz monitör bakakalsın bu sefer çaresiz ardınızdan… 

bir-garip-oyun-6
    Zengin etkileşim metotları size başka hiçbir oyunda tatmadığınız eğlenceler sunuyor.

Ayaklarınız altında uzanan dünyanın boyutları neredeyse sınırsız. Sadece avcılık ve toplayıcılık yapıp taş yontmanıza izin veren ilk sürümlerinden beri oldukça gelişen oyun, v2.0.15 versiyonunda size çok daha engin ufuklar sunuyor; en zengin içerik ve en özgürce dolaşabildiğiniz oyun evreni budur diyebiliriz rahatlıkla. Kendi hücrelerinizin atomlarından tutun da galaksilerin harita edilmemiş sınırlarına kadar uçsuz bucaksız bir keşif yolculuğu sizleri bekliyor.

Size sunulan bu geniş oyun alanını ve bitmez tükenmez seçenekleri sınırlandıran kurallar da var elbette, her oyunda olduğu gibi. Bunların ne kadarına uyacaksınız? Başı ve sonu itibarıyla ana hatları lineer olan bu senaryoda, kesinlikle doğrusal olmayan sayısız satır arasını nasıl dolduracaksınız? Kendinize “kader” olarak da adlandırılan kariyerlerden hangilerini seçecek ve ne yönde geliştireceksiniz? 

bir-garip-oyun-7
  Oyunun bu kadar basit olmadığından emin olabilirsiniz.

Çok mu karışık? Peki, size oyunun türünün bile tam olarak belli olmadığını söylesem? Özünde Survival olsa da bazen gerçek zamanlı strateji gibi durduğunu, çoğu zamansa sıra tabanlı RYO’ya benzediğini? Örneğin Oyungezer dergisi, piyasadaki ekonomik koşulların ve rekabet şartlarının gerçek zamanlı etkilerine göre gelişiyor. Derginin çıkmak üzere olan son sayısı ise, 67. turn boyunca etraflıca çalışılıp hazır hale getirildiğinde matbaadaki Next tuşuna basılarak sizlere ulaştırılacak.

Oyun bir bakıma MMO gibi görünebilir ya da dışarıdan bakıldığında doğası gereği çoklu oyuncu modu ön plana çıkabilir.  Yine de bana sorarsanız bütün her şey bir Single Campaign modundan ibaret. Tüm üye olduğunuz loncalar, oyunda kurduğunuz tüm yapılar, özenle geliştirdiğiniz ilişkileriniz ve kazandığınız statüler elbette çok şey ifade etse de aslında yalnızsınız. 

En yetenekli oyunculardan Benjamin Franklin’in sözleriyle, bu oyundaki en büyük trajedi, çok çabuk yaşlanmamız, ama çok geç akıllanmamızdır. Bizim de aklımızın yalnız olduğumuz gerçeğine ermesi oyunun ortalarını buluyor. Oyunun anlamını sorgulamaya başladığımızda bir anda herkes NPC'leşiyor ve biz kendimizle baş başa kalıyoruz.

Fakat bu yalnızlık nameleriyle keyfinizi kaçırmayayım ben. Bize buyurun, şen şakrak bir lonca türküsü çalalım, neşelenelim. Evet, oyundaki milyonlarca loncadan en az birkaçına üye olmanızı şiddetle öneriyorum. Bu, aidiyet hissinize +1 verip oyun performansınıza olumlu yansıyacaktır. Seçiminizi yaparken menfaat değil de ilgi alanlarınıza göre hareket etmenizi tavsiye ederim. Kısa vade bir yarar sağlamak uğruna karakterinizle uyumsuz bir loncaya üye olursanız bu sizi eninde sonunda mutsuz edecektir. Yani kişiliğinize uygun RP yapmak çok önem taşıyor bu oyunda.


bir-garip-oyun-8
   Mensup olacağınız loncalara karar verirken biraz seçici davranmakta fayda var!

Buna rağmen bazı oyuncuların aynı sunucuda 10 farklı karakter açtıkları da görülebiliyor. Nabza göre şerbet verme stratejisi dozunda tutulduğunda puan kazandırsa da ayarı kaçınca birçok sosyal gruptan ban yemenize sebep olabiliyor. Bu yüzden naçizane önerim, tek bir karakteriniz olsun. Ve o karakter de sağlam olsun.

Eksik yönlerinizi tamamlamak için kendinize yol arkadaşları seçmeniz mümkün. Doğru seçimler size çok önemli perk’ler kazandıracağı gibi yanlış seçilmiş arkadaşların da karakter özelliklerinize birçok negatif etkisi olacaktır. Gerek arkadaşlıklar konusunda olsun, gerekse davranışlar, seçimlerinizin hangi özelliğinize artı-eksi kaç vereceği konusunda bugüne dek yazılmış sayısız rehber var. Yine aynı şekilde, oyuncuların tasarlamış olduğu ıssız adam, gamsız kadın, arsız çocuk, nursuz dede gibi birçok kullanıcı modu mevcut. Ne zaman hangisine gireceğiniz ise size kalmış, zira hiçbir mod için “her kullanıcıya uyumlu” diyemeyiz. Öyle olsaydı bütün bilgeler Ferrari tüccarı olurdu, değil mi? 


bir-garip-oyun-9
 Oyunun külhanbeyi modundan alınmış bir ekran görüntüsü…

Benim tavsiyem modları bir kenara bırakıp kendi tarzınızı yaratmanız, bir de kendinize değer katmak için “dürüstlük” denen perk’ü ne yapıp edip kazanmanız. Efsanevi oyuncu Mevlana’nın paha biçilmez oyun rehberlerinden birinde dediği gibi, dürüstlük pahalı bir perk'tür, ucuz insanlarda bulunmaz.

Tıpkı herhangi bir RYO’da yeterince grinding kastığınızda yüksek yetenek ve araç gereç seviyelerine ulaşabildiğiniz gibi, bu oyunda da ortalamanın biraz üstünde bir karakterle yeterince çalışırsanız birden fazla alanda Hall of Fame başarılarına imza atabilirsiniz. Bunun için en etkili taktik, “sabır” ve “özveri” isimli yetenek ağaçlarına yatırım yapmak. 

bir-garip-oyun-10
Gri Gandalf ne de güzel özetlemiş oyunun altın kuralını!

Yetenek ağaçlarının hangilerinde ilerleyeceğinize karar vermek için işin başında çok iyi düşünmeniz gerekiyor, çünkü oyunumuzdaki load / save sistemi başka hiçbir oyunda görülmemiş bir biçimde çalışıyor.

Oyun, bir dizi achievement üzerinden ilerliyor ve siz örneğin bir üniversiteden mezun olduğunuz anda autosave atıyor. Ama sıkı durun: Load etmenize izin vermiyor! Böylesi bir bıçak sırtında karakterinize çizmeye çalıştığınız kariyere ise Hayat adı veriliyor. John Christian bu durumu ne de güzel özetliyor: Silgi kullanmadan resim çizme sanatına Hayat denilmektedir.

Oyunumuz, kendi içinde birçok mini oyunu da barındırıyor. Aslına bakarsanız, bugüne kadar denediğiniz en geniş çaplı oyunlar bile bu muazzam maceranın içinde minik yan görevlerden ibaret.  

Öyleyse ne kadar sürecek bu dev oyun? Nerede ve nasıl bitecek? Mutlu sonu görebilecek misiniz? Doğal olarak bu gibi soruların cevabını oyun boyunca yaptığınız seçimler belirleyecek. Size verilen inisiyatif hem sonsuz hem de çok sınırlı. Çok iyi başlasanız da ektiklerinizin hasadını yapamadan oyun bitebilir. Oyunun ilk yarısında adeta sürünerek de ilerleseniz aniden bir portal belirip sizi imkânsız görünen noktalara ışınlayabilir. Bu konuda kendi deneyimlerime dayanarak şunu söyleyebilirim: Şans yalnızca hazır olanlara güler.


bir-garip-oyun-11
   Bazen oyunun sizinle kafa bulduğu hissine kapılacaksınız

Oldukça planlı ve bir o kadar da random her şey. Kural kitabı hem dağ gibi sabit, hem su kadar dinamik. Oyunun gizli geçitlerine sınır yok, elinizi sallasanız bir Easter Egg’e çarpıyor. Her gün haritalar değişiyor, oyunun kanunları baştan şekilleniyor. Değişmeyen ise tek bir şey var: Oyun Sonu Canavarı.

Oyun Sonu Canavarı nice kullanıcının Hayat’ın manasını sorgulamasına sebep olmuştur. Çünkü yenilmezdir bu canavar. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, sadece onunla karşılaşmanızı biraz öteleyebilirsiniz. Eninde sonunda, tüm minyonlarını def etseniz dahi karşınıza gücünden bir şey kaybetmemiş olarak dikilecek ve oyununuza son verecektir. Yapımcı böyle istemiştir.

“Oyun çok kısa! Hem yenemeyeceğimiz bir rakiple neden mücadele edelim?” başlıklı bir forum tartışmasında kullanıcı Seneca’nın söylediği Hayat bir öyküye benzer, önemli yanı eserin uzun olması değil iyi olmasıdır sözleri ve Montaigne ustanın sarf ettiği Hayat’ın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır ifadesi çok şey anlatır. 


bir-garip-oyun-12
Oyunda iz bırakayım derken yanlış anlamalara çanak tutmak da var!

Bir yazıyla iz bırakarak, bir eserle bir başka oyuncuya değer katarak, bir tebessümle bir kalpte yer edinerek alt edebilirsiniz aslında Oyun Sonu Canavarı’nı. Ekranda Game Over yazsa da sizin yaptıklarınız sonsuza dek yankılanacaktır başka Hayat’ların Credits ekranlarında. 

Bu satırları okuyor olduğunuza göre siz de çoktan oynamaya başladınız bu oyunu. Bu yüzden oyunumuzun F2P olduğunu, kurmanın da oynamanın da ücretsiz olduğunu zaten biliyorsunuz. Buna rağmen ek içerik satın almak, oyun deneyiminizi zenginleştirmek çoğu zaman elinizdeki paraya bakıyor. Bu yüzden birçoklarımız kopya oyun kullanıyor. Lütfen bunu yapmayın. Hayat’larınız orijinal olsun. Birilerinin yardakçısı olmayın. Kendiniz olun, kendi maceranızı yaşayın.

Cheat yaklaşımı ilk bakışta cazip gelebilir. Fakat bir fikri ya da bir değeri çalmak yerine onu kendiniz üretmeye çalışmak Oyun Sonu Canavarı karşısında çok daha etkili bir silahtır, bunu unutmayın. Getirisi bol gibi görünen kopya, rüşvet, vb. alışkanlıklar uzun vadede karakterinizi güçten düşürecektir, mümkün olduğunca uzak durun bunlardan.


bir-garip-oyun-13
 Bazı oyuncular cheat yaklaşımında sınır tanımıyor…

DLC’lerde haberi verilen “Hayat-2: Afterlife” isimli devam oyunu için şimdiden sabit sürücülerinizde yer açmanız, sistem özelliklerinizde bir upgrade gerekli görünüyorsa hazırlığınızı yapmanız faydalı olabilir. Daha 2. bölüm çıkmadan 9. bölümü oynadıklarını iddia edenlere ise kulak asmamanızı öneririm; bu kişilerin nedense önceki sekiz Hayat’larının tümünde asilzadeyi oynamış olmaları şüphe uyandırıcıdır.

Hazır hızımızı almışken Strateji Rehberi tadında son birkaç püf noktası daha sıralayıp incelememizi toparlayalım:

Hemen her RYO’nun en renkli kısmı yıldırım hızıyla atlanan ilk bölümleridir. Sonra ağdalaşır deneyim; her yeni seviyenin heyecanı daha bir düşüktür artık. Bu yüzden çocukluk ve ilk gençlik çağı diye tabir edilen 3 ve 23. level arasındaki bölümün tadını çıkarmaya bakın.

Geçen zamanla karakterinizin XP puanları ve WIS değeri artsa da bir noktadan sonra INT, STR, CON, STA, AGI ne varsa hepsinde önlenemez bir düşüş başlayacak. HP’niz gözlerinizin önünde ufalanırken eski screenshot’larınıza buğulu gözlerle bakıp şu gerçekle yüzleşeceksiniz: Boşa harcayacak tek bir saniyeniz yok. Vaktinizi iyi değerlendirin.

strateji-rehberi-14
 Oyunda yeterince ilerleyebilirseniz INT öyle düşecek ki WIS bile fayda etmeyecek. 

* Oyun 1. şahıs kamerasından oynanıyor ama karakterinizin olgunlaştığının en güçlü belirtisi gerektiğinde olaylara 3. kişi perspektifinden bakabilmekte yatıyor. Bakış açınızı geliştirin.

* Yıkmak yapmaktan, ağlatmak güldürmekten daha kolay... Oyun dünyasına bir değer katmak içinse Zor’da oynamayı göze almanız gerekiyor.

* Zor durumdaki bir oyuncuya yaptığınız iyilik sizin açıkça fark etmeyeceğiniz bir şekilde de olsa bir gün mutlaka bir yerde sizi bulacaktır. Yardımsever olun.

* Köprünün neresinde olursanız olun, ayıya ayı demekten korkmayın. Tank olmaktan, aggro almaktan çekinmeyin. Ayı olduğunu bilsin ayı.

* Gücünüzü kendinizden alın. Bir başka oyuncunun seçimlerine, direktiflerine, kaderine kendinizi endekslemeyin. Özenin, esinlenin, ama asla taklit etmeyin.

* Oyunda atacağınız bazı adımların dönüşü olmayacak. Bu yüzden karar verirken içgüdülerinizi değil, sağduyunuzu dinleyin. 

strateji-rehberi-15
Oyundaki karar anlarında bu tarz uyarı kutucukları belirmediği için sağduyu özelliğinize güvenmeniz gerekecek.

* “Lag olsun, güç olmasın” ve “Rush işe şeytan karışır” atasözlerine kulak verin; aşırı aceleci olmayın. Diğer yandan demiri de tavında dövün. Üşengeçlik yapıp ertelediğiniz quest’ler bir noktadan sonra tüm bonus’unu yitirecektir.

* Ayaklarınız yere bassın ama hayal kurmaktan vazgeçmeyin. Herkes Mersin server’ında oynasa da siz bazen tersini deneyin.

* Karakterinize yakalanabilir hedefler belirleyin ve bu ideallere adım adım yürüyün. Kararlı olduğunuz kadar temkinli de olun. Sabrınızı kaybederseniz raid’e gideyim derken evdeki stash’ten de olabilirsiniz.

* Çok sıkıldığınızda ya da devam edemeyecek kadar yorulduğunuzu hissettiğinizde Hayat’ın akışından Escape ile ayrılıp ana menüyü ziyaret edebilirsiniz. Her ne olursa olsun, buradaki Quit tuşuna asla basmayın! Onun yerine Statistics bölümünden kişisel muhasebenizi yapıp oyuna daha güçlü bir şekilde dönebilirsiniz. 

Sonuç olarak, Hayat’ı hakkını vererek oynamanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sizi, gözünüzü ekranlardaki mini oyunlardan ayırıp Main Quest’e odaklanmaya davet ediyorum. Hayat’ta en değerli kaynak olan zaman akıp giderken sizin “errand boy” tarzı kısır görevlere saplanıp olduğunuz yerde saymamanızı diliyorum.

Başınızı monitörden kaldırıp Hayat’a bir şans verin. Kim bilir, belki de ihtiyaç duyduğunuz ilham perileri sizi ekranın dışında bekliyordur.

Seni Kara Böcü'ye Vericem!

Döndü Yuvarlak.
Duran Tekerlek.
Hanım Seviş.
İbrahim Mayış.

Bunlar internet efsanesi mi, yoksa masum bebelerin vicdansız ebeveynlerle imtihanı mı bilemiyorum.
Sanal dünyanın birçok köşesinde bu isimlere ve bin beterlerine "Garip ama Gerçek" ya da "En Tuhaf İsimler" gibi derleme listelerde rastlayabilirsiniz.
(Yani sabilerin doğuştan yaşadıkları talihsizlik yetmiyormuş gibi bir de hunharca afişe ediliyorlar)

Şimdi ben de benzer bir suça imza atacağım ama kalemi kırmadan önce bir dinleyin beni; hafifletici sebeplerim var.
Evet, ismimize de soy ismimize de bizler karar veremiyoruz.
Ama en azından mesleğimizi seçebiliyoruz, öyle değil mi?
O halde buyurun, dün bir hastanenin danışma masasından tedarik ettiğim kartviziti görelim:


Şimdi Metin Hocam, nasıl bir kariyer planlaması yaptın, kendini nasıl Memorial'da buldun bilemiyorum ama oldu mu şimdi bu? Bir bak, güzel oldu mu?
Ha, "madem ki soyadım kaderim, öyleyse vergi müfettişi olayım" diye düşünürsün, anlarım.
"Yahu benden güzel stoper olur, nefis santrhaf oynarım" dersin, hay hay.
Git ne bileyim, Lord of the Rings'de yüzük tayflarından birini oyna...
Fakat çocuk doktoru?

Hiç düşünmedin mi yolun başında?
Hiç mi çocuk olmadın?
Bak ben mesela, çocuk olsam, getirseler beni hastaneye senin kapına... Kıyameti koparırım, girmem o odaya. Veremden ölecek olsam girmem yahu!
Profesör Doktor'muş.
Ordinaryus olsan kaç yazar?

Terli terli su içme, yoksa hasta olursun.
Ve hasta olursaaaan....
Seni  KARABÖCÜ 'ye  götürürüm! 
(+ isteğe bağlı Erol Taş kahkahası)

Bundan daha dürüstçe bir gözdağı, bundan daha etkili bir tehdit düşünebiliyor musunuz?
Düşünebiliyor musun Metin Hocam?

Dolayısıyla evet ben bir ayıp yaptım, tuttum seni afişe ettim.
Ama kusura bakma Hocam, sen de hak etmedim diyemezsin.

22 Haziran 2015 Pazartesi

Allah hırsızın da namuslusunu versin

Hani Arif'in Manchester'a attığı golü seyredeyim derken bir bakarsın sağa sola tıklaya tıklaya kendini Top Ten Pokemon Fights videosunda bulmuşsun... Youtube böylesine sinsi çalışan, elini versen kolunu kapan cinsten bi alem...

İşte bu alem bigün beni de kaptığı gibi 'Sincap Yutan Piton' videosuna savurdu. O gün ne arıyordum da yolumu hangi ara kaybettim, hiçbir fikrim yok (dedim ya, sinsi bu Youtube), fakat o salak sincaba baya bi kızdığımı hatırlıyorum.

Salak ki ne salak. Piton yaklaşıyor yalana yalana, bu durmuş arka ayaklarının üzerinde havadaki kelebeği izliyor. Dünya yansa umuru değil, derdi zoru şirinlik... Lan geliyor piton! Bak etrafını sardı, şimdi saldıracak! Kaçmak şöyle dursun, gidip bir de pitonun burnunu falan kokluyor sersem kemirgen. Israrla bi sevimlilik, bi şov hali. Sanki az daha kastırsa Chipmunks'ta Alvin rolünü kapacak! Pitonun öldürücü hamlesinden bir iki saniye önce, Khazad-dûm Köprüsü'ndeki Gandalf gibi son nefeste, "Run, fool!" diye fısıldıyorum. Fayda etmiyor.

Ve beklenen son.

Dedim ya, çok kızdım bu işe. Zaten bi 5 dakika ayırayım derken Şişli Etfal'e sıçan teyze senin, "cumhurbaşkanını ıstırırım, yalarım" diye kaş göz yapan amca benim, temiz bir yarım saatime kıymışım. Bu zırzop hayvan da tuz biber ekti üstüne. Hele bi de piton efendinin sanki gergedan devirmiş gibi kasım kasım kasılması yok mu? Lanet olsun Youtube sana! Hışımla kapattım bilgisayarı.

Bu elîm hadiseyi müteakip tam 1 ayın ardından hayat geçti karşıma... Ve dedi ki olm Umut, hani o kızdığın sincap var ya, senin de ondan pek bir farkın yok aslında. Nasıl mı?

Hack'lendik biz şirket olarak.

Hey gidi Umut Efendi! Veri güvenliği ve yedekleme gibi konularda 5 sene öncesinin teknolojik standartlarına göre önlemler almışsın ya, kendini emniyette sanıyorsun. Ah, alık insan! Hacker dediğin senin gibi yerinde saymıyor ki; yöntemlerini günbegün geliştiriyor, sen arka ayaklarının üzerinde şirin şirin ticaretini yaparken usulca yaklaşıp etrafını sarıyor.

Basit şifreler, yol geçen hanına dönmüş port numaraları, seyrek alınan yedekler... Ah, seni kalın kafa! Belki Hacker bile bu kadar korunmasız bir kurban bulabildiğine şaşırmış ve "bu işte bi pislik olmalı" diye bir an düşünmüştür kendi kendine...

Ve tabi beklenen son (deja-vu).

Bir Cumartesi sabahı tamamen paralize halde bulduk bilgisayar sistemimizi. Sunucuya bağlanabiliyoruz fakat muhasebe veya B2B programlarımıza erişemiyoruz. İnternete bağlı görünüyoruz ama hiçbir web hizmeti çalışmıyor. Sunucu bilgisayarımız, çiplerine felç etkili bir serum şırınga edilmiş gibi yattığı yerden mel'un mel'un gözlerimizin içine bakıyor. Bişeyler demeye çalışıyor ama anlayamıyoruz.

Klasik Türk sincabı refleksiyle "La bi kapatıp açalım, belki düzelir" diyorum. Hay hay, Server baştan başlıyor. Yine belli bir noktaya kadar sürüne sürüne ilerleyip sonra salıveriyor kendini yere.

SQL ile ilgili birtakım hizmetler mi başlatılamadı acaba? Kontrol ediyorum, hepsi tamam. Yerel ağ ayarları peki? Sıkıntı görünmüyor. Peki ne var, ne?

Piton var ahmak, piton!

Server'ın kök dizininde RAR formatında sıkıştırılmış 3 dosya halinde buluyorum onu. Dosyaların boyutları onlarca gigabyte. İçlerinde tonlarca sistem bileşeni. A-ha! Sincap hislerim alarm veriyor. Nihayet!

Açmaya çalışıyorum RAR arşivlerini. Şifrelenmiş. Nasıl açıcaz? Yandık!
Derken aynı dizinde REDME!!!!i.txt isimli bir metin belgesi fark ediyorum. Belge, son derece özenli yazıldığı her halinden belli olan dosya adıyla dikkat çekmeyecek gibi değil. Çift tıklıyorum bakalım ne yumurtlayacak diye. Buyurunuz, yumurta şu şekilde:




Tabi kabullenmek kolay olmuyor. Bir süre bir inkar psikolojisi içinde, kendi kendime konuyu değiştirmeye çabalıyorum:

- Hehe, salağın kullandığı Türkçe'ye bak. Dilbilgisi sıfır. Ehe. Ne biçim.

Konu değişir gibi oldu, evet, ama gerçeğin kendisi yerinden kımıldamadı maalesef: Sıçtık.

Psikolojinin kanunları kendi doğal silsilesi içinde çalışmaya devam etti; inkarın yerini kızgınlık aldı.

- Şerefsizin üslubuna bak! 'Güvenli şifre altında arşivlenmiş'. Sanki amme hizmeti yapıyor onun bunun çocuğu. Kimin verisini kime şifreliyosun olm sen?!

İşte böyle kıza söve vardım son safhaya: Kabullenme.

- N'apıcam şimdi ben? Teknik bilgi sahibi değilim ki sistemi kurcalayayım? Kaş yapayım derken göz çıkarmak var... Dur, en iyisi bir bilene sormak!

Bizim bu YEDPA'da ara sıra başvurduğumuz bir "bilgisayarcı" var, Ali. Çok derin birikimi olmasa da iyi niyetiyle elinden gelen yardımı yapan, gözü tok, gönlü zengin, güzel bir arkadaş. Alo der demez tek nefeste özetledim olan biteni. İlk tepkisi aynen şu şekilde oldu:

"YAAAaaaaaaaaaaaaaaaa...."
Panik halindeki bir yakarıştan acı içindeki bir inlemeye düşen ses tonu...
Sanki vefat haberi verdik.

Bir süre sonra toparladı Ali kendini:

- Abi, para istiycek senden.
+ Biz kendimiz sistem geri yükleme falan yapsak?
- Yok. Para istiycek.
+ En azından gelip bi baks...
- VERME PARAYI!
+ T... tamam, vermem.
- Benim iki tane firmam var, ödediler öyle. İki aydır bekliyorlar şifre gelecek diye.
+ İki aydır sistemleri çalışmadan öylece bekliyorlar mı yani?
- Hayır öyle değil ama sen sakın para falan verme.
+ Peki vermedik. N'apıcaz?
- En son yedeği ne zaman aldınız?
+ Uzunca bir zaman oldu.
YAAAaaaaaaaaaaaaaaaağğğğ... (bu sefer sonunda can çekişme efekti de var)
+ Ali?
- Abi geçmiş olsun, herşeyi baştan kuracaksınız.
+ Olur mu yahu! Binlerce stok kartı, dünya kadar cari hesap, parası, parametresi derken ölürüz.
- Geçmiş olsun abi. Üzgünüm. Çok üzgünüm.

Yo, bu kadar kolay olmamalı!
Kimi arasak, kime danışsak?
Buldum: B2B hizmet sağlayıcımız Eryaz Software! Onlar kesin bilgilidir, deneyimlidir bu konularda.

Gerçekten de haklı çıktım; Eryaz anlattıkça anlattı. Şu yakın dönemde Hacker kardeşimizin bizim piyasada birçok firmayı sıradan geçirdiğini ve sonunda büyük ikramiyenin bize de vurduğunu öğrenmiş olduk. Bugüne kadar en ucuz sıyıran 1500 Euro'yla kurtarmış. Temiz bir 5,000 TL girdi demek ki...

Tabi tüm bunlar olup biterken saat de öğlene yaklaştı. Müşterilerden telefon yağıyor, 'sistemden sipariş giremiyoruz' diye şikayetler yükseliyor. Ön muhasebe sürekli dürtüyor "abi ne zaman fatura kesebiliriz?"... Plasiyerler isyanda, bileklerini kesecekler stok datası göremedikleri için. Lan düne kadar nasıl yürüyordu işler? 10 sene önce var mıydı bu sistemler?

Arayıp babama da haber verdim durumu. Dedim böyle böyle, ben metin belgesinde yazan Hacker adresine bir e-mail atıp soracağım ne yapılması gerektiğini.

Şirketteki bilgisayar sistemi internete imkan vermediğinden açtım i-Pad'i, başladım yazmaya. Canım i-Pad'imin otomatik düzeltmeleri sayesinde iki dakikalık işi on dakikada bitirebildim. RAR yazıyorum mesela, "hayır o RAR değil, far" diye atlıyor hemen. Anladım i-Padciğim, çomçok akıllısın da biraz müsade etsen? Hacker kardeşle konuşmamız gereken meseleler var... 

Babam da bu arada çevresindeki iş arkadaşlarına danıştı konuyu. Derken bir "uzman" numarasına erişildi. İsmi Sencer. Üfff, siber dehaymış! Kedinin fareyle oynadığı gibi oynarmış hırsızlarla. Hacker kimmiş lan! Hacker adam mıymış?

Babam dedi, bunu ara, İsmail Bey'in selamını söyle, yardımcı olacak bize.
Pek ümidim olmasa da aradım ben de:

- Nhalo!
+ Sencer Bey merhaba, ben İsm...
- Tamam! Haberim var. Ver! Ver ver adresini ver!
+ Kimin adresini?
- Hackleyen puştun! Çabuk hemen bakayım kimmiş.
+ Siz tanıyor musunuz hepsini?
- Cismen değil ismen. Hepsiyle var bir geçmişim. Geçmişini sktiklerim.
+ Ehm... Ben... Veriyorum adresi, bi saniye.
- Dur tamam verme istemez. Zaten hepsi birbirinin aynı. E-mail at oraya! Hemen at.
+ Oraya? Nereye?
- Hackleyen ibineye!
+ Ona attım zaten.
- Ne istedi pezevenk? Çok mu istedi? Pazarlık et mutlaka.
+ Daha cevap yazmadı.
- Bak hiç çaresi yok. Parayı ödiycen. Peşin söyliyim, ödiycen.
+ Ben belki başka yoldan bir çözümü olur diye...
- Yok! Ben günlerimi gecelerimi verdim arkadaşım. WinRAR firmasıylan bile yazıştım. Kıramazsın o şifreyi.
+ Belki şifre olmasa bile...
- Olmaz! Bak milletvekilinin oğlunu bile tokatladı bu dinsizler. Bilişim suçları özel tim kurdu, hakkından gelemedi. Sen mi geleceksin?
+ Demek o kadar profesyoneller...
- Yok ya ne profesyoneli. Göt göbek sahibi ergen müsvetteleri! Akşama kadar sağı solu çarpıyorlar, topladıkları parayı da sabaha kadar online kumar sitelerinde yiyorlar. Nelerini gördük biz.
+ Madem bu konuda deneyiminiz var, sizce nereye kadar zorlayayım pazarlığı?
- Zorla! Çok zorlama! Bak ben sana bunlarla geçmiş yazışmalarımı e-mail atayım. Ver adresini.
+ Ha, iyi olur. Bir fikir verir en azından. Benim adres...
- Söyleme! Telefondan mesaj at. Yalnız ben bu akşam yurt dışına çıkıyorum. Bir ay İtalya'dayım. Bana ulaşamazsın. Benim ortak var Bursa'da, olmazsa onla irtibat kur.

İş ne ara Bursa'ya uzadı, hangi ara İtalya'ya sıçradı bilemiyorum. Adresi yazıp mesajı gönderdim. Ses gelmeyince bir iki defa da aradım, açmadı. Bursa'daki ortağı kim, numarası ne, hiçbir fikrim yok. Mesaja ya da çağrıya döner mi bilemiyorum. Tek bildiğim, şapa oturduğum.

Biri diyor sakın para verme. Öbürü vericen diyor, başka yolu yok. Sistem kaput. Camia isyanda. Şap, kıçımda.

Tam bu düşünceler içindeyken, yaşadığım sürüncemeyi sezinlemiş gibi tek satırlık cevabı gönderiverdi Hacker kardeşimiz:

"$1700!"

Biri benden para istiyor diye bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi! Oh dedim kendi kendime, üstelik makul bir fiyattan açtı pazarlığı. Piyasayı düşürmek için e-mailde "sadece 3 günlük veri kaybımız var" diye yazmam işe yaramış demek ki.

Tabi hemen atlayacak değilim. Taş atmış da kolu mu yorulmuş eşşolueşşeğin, fiyatı biraz zorlayalım.
Zorlayalım da nasıl yapalım?
Adam parayı Amerikan Doları olarak istiyor ama hangi ülkenin vatandaşı acaba? Evet, önemli bir detay bu. Çinli'ye el ense çekmeyle Rus'u kündeye getirmenin teknikleri birbirinden farklı...
Nereli bu? A/S/L diye sorup işin gizemini bok etmek de var ama en güvenlisi lafı kısa kesip pazarlıkta Türk işi takılmak sanırım.

"Hacı çok istiyosun. Kolay kazanmıyoruz biz o parayı. Ama bak, helalinden bi 500'lük çalışır sana." minvalinde bişeyler yazdım.

Yemedi.
Belli ki Türk değil :Pp


Geliniz, işbu cevabı birlikte analiz edelim:

1) Kullandığı adrese ve mail'de geçen bazı karakterlere bakılırsa "gfrsbnf fgbsgfn" isimli arkadaşımız Rusya'dan.

2) Cazip teklifimize (!) kayıtsız kalamamış ve "we can lower the price a bit" demiş (fiyatı biraz düşürebiliriz).
Birinci çoğul şahısta konuşması insanda bir "hacker çetesi" algısı oluşturmuyor değil, diğer yandan muhatabımız single bir ergen de olabilir (Sencer Bey'in çok şık betimlediği biçimde).

3) İkinci cümle çok şaibeli: "but your tsyfry very small" (senin tsyfry çok küçük)
Olmaz! Bir Türk'e bu denmez! Dediğinde Türk'ün aklına ilk gelecek olan bellidir; buna "asıl seninki küçük, yavşak!" diye cevap verilir.
Tabi ben akl-ı selimi elden bırakmadım. Belli ki bu "tsyfry" her ne anlama geliyorsa Google Translate'in elinden bir şekilde kaçmayı başarmış. Minik bir araştırma sonucu öğrendim ki kelimenin Kiril alfabesindeki karşılığı "цифры". Anlamı da teklif, tutar, rakam...
(Oh, müstehcen bişey değilmiş yani :P )

4) Üçüncü ve son cümle: "$1500, and only if the payment will be fast." (1500 Dolar, o da ancak ödeme hızlı olursa)
Bak bak, gecikmeye de tahammülü yok. Prensip adamı. İşler hızlı yürüsün istiyor paşam.
Yine de pazarlığa açık olması iyi, şimdiden 200 Dolar daha kardayız. Üstelik daha güreşe yeni başladık.

Bu düşüncelerle 750 Dolar'a çıkardım teklifi. Dedim 3 günlük veri kaybı için bu bile çok fazla. Kabul etmezsen en son yedekten itibaren elle girerim kayıp verileri. 

Hayatımın en riskli blöfü olabilir bu!

Adamın cevabını beklerken bir yandan da alternatif geliştirmeye, çözüm yolları araştırmaya devam ediyorum tabi. Yoğun uğraşlar sonunda ofise bir veri kurtarma uzmanı getirmeyi başardım. Sistemi evirdi çevirdi ve teşhisi koydu: Umutsuz vaka. 

Ardından babam yanında bir başka uzmanla geldi. Onu da buyur ettik, Server'ı bir güzel harmanladı ama işin içinden çıkamadı. 1 saat sonra o da pes etti. Dediğine göre Rus arkadaş ilk olarak ayın 20'sinde çalmış kapımızı. 8 gün boyunca bizim sunucu üzerinde şifre kırıcı bir program çalıştırmış, sonunda da içeri girmeyi başarmış. Verileri arşivleyip şifrelemek için 2 gün daha beklemiş, çünkü adamlar tarz olarak fitili Cuma akşamları ateşliyorlarmış. Zamanlama bu şekilde belirleniyormuş ki hafta sonu fiyat müzakereleri ile geçsin, Pazartesi sabahı da artık anlaşma sağlanan son meblağ her neyse hesapta olsun.

Biz böyle aramızda spekülasyona devam ederken Rusya'dan karşı teklif geldi:

$1200 son fiyat!

Şu anda bile YEDPA rekoru elimizde. Bilinen en düşük rayiçten yaklaşık yüzde otuz daha hesaplı soyulacağız. Kendimizle ne kadar övünsek az! Maşallah, züğürt tesellisinin sözlük anlamıyız.

Babam "En son 1000 dolar teklif et kefereye" dedi.
+ 900 mü desek?
- 1000 de, düz olsun. Zaten onun beklediği rakam da bu.
+ İyi işte, 900 diyelim, o 1000 desin.
- Yahu direkt 1000 dolar teklif et, bir an önce şifremizi versin it!

Babamın dediği gibi yaptım, fakat "bir an önce şifremizi versin" kısmı kafama takıldı. Sonuçta adam hırsız, adam kanunsuz. Parayı aldıktan sonra şifremizi vereceğinin bir garantisi var mı?

Bu kaygımı da ekledim e-mail'e. "Sana neden güvenelim?" diye sordum, "ya şifreyi göndermezsen?"

Yanıt 5 dakika sonra geldi: "Bize güvenmekten başka çareniz yok."

Doğruya doğru.

"Son fiyat da $1100. Vereceğimiz isme Western Union ile göndereceksiniz."

Şimdi sıkı durun.
Hani sizi tanımayan biriyle iş yapacaksanız güven duygusu oluşturmak için daha önce çalıştığınız kurumlardan referans verirsiniz ya?
Bu bizim Rus da mail'inin sonuna bu tarz bir not düşmüş. Daha önceki "işlerinden" birinin telefon numarasını vermiş, "istersen buradan sorup öğrenebilirsin bizim çalışma ilkelerimizi" demiş.
Yani iş ahlakının böylesi!
Utanmasa "sözümüz senettir" diyecek, öyle vakur bir edası var haydutun.
Ne diyeyim, Allah hırsızın da namuslusunu versin.

Madem iş buraya kadar geldi, referansı yoklamanın ne zararı olabilir ki? Çevirdim numarayı.
Manisa'da bir çikolata fabrikası.
Bilgi işlem konusunda kime danışabileceğimi sordum, Veli Bey diye birini bağladılar. Konuyu özetlemek için henüz girişi yapmıştım ki Veli Bey heyecanla kesti sözümü:

- Buldunuz mu herifleri?!
+ Yok, daha çok onlar bizi buldular diyebiliriz.
- Nasıl yani sizi de mi ebelediler?

Ebelemek?

+ Biraz öyle oldu galiba. Sistemimizi kilitlediler. Firmanızı da referans olarak gösterdiler.
- Referans mı?
+ Evet, parayı alınca şifreyi vereceklerine dair bir tür güvence.
- Haa, o konuda sıkıntı yok, güvenebilirsiniz.

Sıkıntı yok?
Güvenmek?
Arkadaş, milletçe soyulmayı nasıl kanıksadıysak artık!

+ Şifreyi verdiler yani, açabildiniz arşivleri?
- Evet evet, hemen gönderdiler hiç bekletmeden.
+ Peki teşekkür ederim. İyi çalışmalar size.
- Bir saniye! Sorması ayıp, kaç Euro istediler?
+ Euro değil Dolar istiyorlar. 1700'den kapı açtılar, en son 1100'e kadar düştüler.
- Aman kaçırmayın! Çok iyi fiyat. Biz 3000 Euro ödedik yahu!
+ Geçmiş olsun size de. Bilgi için teşekkürler Veli Bey. İyi günler.
- İyi günler. Hemen gönderin, hemen.

Utanmasa "sevgi ve muhabbetlerimi de iletin" diye ricacı olacak. Neyin kafası bu? N'apıyolar o fabrikada, akşama kadar çikolata mı yiyorlar bilmem ki?

Neyse döndük kendi derdimize. Babam da tutturdu mu 1000 dolardan bir kuruş yukarı olmaz diye! Nuh diyor, peygamber demiyor adam.

- 1000 Dolar ya da bu iş yatar. Böyle yaz.
+ Baba ipler adamın elinde. Ya "canın nasıl isterse" diye kestirip atarsa?
- Atamaz. 1000 Dolar neyine yetmiyor haysiyetsizin?
+ Adam yan çizerse göçeriz baba. Bak 1100 de iyi fiyat. Gel zorlamayalım.
- 1000 yaaaaz.
+ Baba?
- 1000.
+ Piki.

Yazdım.
10 dakika sonra hacker son kararını tebliğ etti:
"1100. Western Union. Düşünün. Yarın sizin saatinizle 16:00'da burada olacağız."

Bunu yüksek sesle tercüme etmek, karşındaki barut fıçısına yanan kibrit atmakla aynı şey.

- Ne diyor dinsiz kitapsız?
+ Öüüü, şey diyor.
- NEY! Ne diyor?

Benim kibrit yanmıyor.
Kafamda birkaç düşünce var birbiriyle boğuşan, kırk satır mı kırk katır mı cinsinden.
Ben karar veremeyip geveledikçe babamın sinir katsayısı yükseliyor.

- Lan?!

Az daha oyalansam, biraz daha salağa yatsam benden ümidi kesip Sümeyye'yi isteyecek babam!
İçgüdüsel olarak ağzıma ilk geleni söylüyorum:

+ Baba bugün Cumartesi, açık Western Union ofisi nerede bulacağız?
- Ben ne bileyim oğlum, benim işim bankayla. Ne anlarım Vester Unyor'dan?!
+ Bi sorayım o zaman ben, banka transferi ya da Paypal falan kabul ediyor mu bakalım.
- Sor hemen uzamasın şu iş. Para paradır yahu!

Evet, "yarın saat 4" meselesini ve "son fiyat 1100" sorunsalını şimdilik karambole getirip ötelemiş olduk :)

"1100 olsun ama iş yarına kalmasın, ışık hızıyla transfer edicez paranı" diye yazdım.
Parayı duyunca bizim Hacker'ın kulakları hemen dikildi tabi. Yarın akşam üzeri geliriz diye ağırdan satan arkadaş direkt Western Union hesap detaylarını dökülüverdi.

Rusya - Ekaterinburg
İsim - Aleksandr Abdulbarievich Biktagirov

(ismine değdirdiğim)

Hemen internetten bir araştırma yaptım, bankaların internet şubelerinden online Western Union transferi de yapılabiliyormuş. Girdim şirketin hesabına, para var ama Western Union diye birşey yok menüde. Aradım müşteri hizmetlerini. Meğer o menü kurumsal hesaplarda yokmuş. Kahır mektubunda son sayfa.

Parayı bireysel hesabıma gönderip oradan Western Union menüsünü buldum, 1100 dolar (+ 78 dolar komisyon!) karşılığı Türk Lirası'nın kıçına okkalı bir tekme savurdum. Burdan taaa Rusya'ya kadar uçtu.

Sarıldım klavyeye, öfke kustum:
"Gönderdim paranı piç kurusu! Şimdi ver şu lanet şifreyi Allah'ın belası!"

Yo adamım, belki paralel bir evrende böyle yazabilirdim :/
Onun yerine "Para hesabınızda, onay kodu şu şu, lütfen artık gönderir misiniz şifremizi?" şeklinde istirhamda bulundum.

Ricam karşılık buldu:


Buyurun, burdan yakalım.
Biz bir taraflarımızı yırttık adama parayı yetiştirelim de yarına bütün sistem çalışır vaziyette girelim diye. Vicdansız, "bugün bankalar açık değil, pazartesi parayı çekip şifreyi vereceğiz" diyor. Bir de "üzülme, seni kandırmayız" diye teselli vermiş. Güven bunalımı da yaşıyor arkadaş; dekontun kopyasını istiyor. Allahım sana geliyorum!

Ne yapayım?
Manisa'daki çikolata fabrikasından Veli Bey'i getirdim aklıma.
Kendimi endorfin denizinde yüzerken hayal ettim.
Sonra dekontu yollayıp şifreyi acil beklediğimiz mesajını da iliştirdim.

"Baba" dedim, "bu iş tamamdır".
- Tamam mı? Geldi mi şifre?
+ Rusya'da mesai saati başlar başlamaz, öhm, 1100 doları çekip şifreyi gönderecekmiş.
- Niye hemen göndermiyor it oğlu it? Söyle! Yaz! Hemen göndersin.
+ Yazdım zaten de beklemekten başka çaremiz yok şu an.
- İyi hadi madem kapatalım gidelim. Pazartesi sabah ola hayrola.

1100 dolardaki ekstra 100'ün babamın radarına yakalanmaması, yakalansa da ceza yememesi ayrı bir güzellik oldu. "Sabah ola hayrola" çizgisine çekilmesi ise kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi (gerçi göbek üstü böyle, az biraz pişikli)...

Benim açımdan çileli bir bekleyişten ibaret olan stresli hafta sonu ağır aksak geride kaldı. Pazartesi sabah 7'de namuslu hırsızdan bir e-mail geldi: "En geç 2 saat içinde şifre elinizde!" Teaser veriyor terbiyesizin evladı!

Ve saat 9 sularında şifre de teşrif etti:
89u89u-958uf,-9230=-36i9.-6i9d6-935i68jd999999995i;45wwwwy56y6kwiy6kdxwhkxxx59

Hööh!
Bu şifrenin karşısında bizim Server şifremiz, Yadigar'ın karşısındaki Kemal Sunal gibi.

Girdik hemen RAR dosyasına, yediveren misali açıldı caanım datalarımız. Kucakladım onları. Vernellenmiş havluya sarılıp yüzünü gömen anne gibi mütebessim, çektim kokularını içime. Ve sabahın kör saatinden beri şirkette bekleyen bilişimci Mehmet Bey'i sisteme saldım, çağın ötesindeki güvenlik ve yedekleme önlemlerini alması için.

Velhasıl geldik, gördük, geçirdik.
Bu sincaba artık piton işlemez kardeşim.

(5 yıl sonra yine hack'lendi)